29 Mart 2011 Salı

TEVBE SÛRESI

 

 

DUA-CİN--BÜYÜ-TILSIM-SİHİR-NAZAR-MUSKA-YILDIZNAME-HALÜSÜNASYON-DUA NEDİR-TILSIM NEDİR-TILSIM ÇEŞİTLERİ-BÜYÜ NEDİR-BÜYÜ ÇEŞİTLERİ-SİHİR NEDİR-SİHİR ÇEŞİTLERİ-BATIL İNANIŞLAR-CİN MUSALLATI NEDİR-DİNİMİZ İSLAM-ŞİFALI BİTKİLER-SAĞLIKLI YAŞAM-ASTROLOJİ-GİZEMLİ İLİMLER-İSLAMDA BÜYÜ-DEFİNE-DEFİNECİLİK-DEFİNEDE BÜYÜ VE TILSIM-CİNLER VE GİZEMLER HAKKINDA BİLGİLENDİRME SİTESİ...



TEVBE SÛRESI



Kur'an-i Kerîm'in dokuzuncu suresi. Yüzyirmidokuz ayet, ikibindörtyüzyetmisdokuz kelime ve onbinseksenyedi harften ibarettir. Fasilasi be, ra, mim ve nun harfleridir. Medenî surelerden olup, Maide suresinden sonra Hicri 9. yilda nâzil olmustur. Adini yüzikinci ayetinde geçen "tövbe" kelimesinden almistir. Ayrica, birinci ayetin ilk kelimesi olan, "aklanmak, yükümlülükten kurtulmak" anlamlarina gelen "el-Berae" de surenin adi olarak kullanilmaktadir.

Tamamen istisnai bir durum olarak, diger surelerde oldugu gibi bu surenin basinda besmele yoktur. Ilk ayetler, müsriklere karsi sert bir ültimatom niteliginde oldugu için için de Allah Teâlâ'nin Rahman ve Rahîm sifatlari bulunan besmele ile baslamak, uygun görülmemistir. Besmele ile baslamamasinin muhtemel bir sebebi de muhteva açisindan bütünlük olusturdugu Enfâl sûresi ile tek bir sure olarak kabul edilmesidir. Ancak, Tövbe suresinin müstakil bir sure oldugu kesindir.

Kur'an okumaya, surenin basindan baslandigi zaman, sadece "E'üzü" çekilir ve okumaya baslanir. Enfâl sûresinden veya baska bir sureden, bu sureye geçilirse, okunan surenin devamiymis gibi, araya hiç bir sey sokulmadan okumaya devam edilir. Surenin basindan degil de baska bir ayetinden okumaya baslandiginda, "Besmele" çekildikten sonra geçilir.

Sure, Müslümanlarin Arap yarimadasinda siyasî ve askerî bir güç olarak varliklarini göstermeye basladigi bir dönemde nâzil olmustur. Medine'de olusan ve süratle çevresini genisleten Islâm devletini, artik yok etmelerinin mümkün olmadigini anlayan Mekkeli müsrikler, varliklarini sürdürmek ve uygun sartlar olusturup, Müslümanlarin imha edilmesini saglayabilmek için, tarihe, Hudeybiye Anlasmasi olarak geçen anlasmaya imza koymuslardi (bk. Hudeybiye mad.)

Mekke yönünden gelebilecek bir tehdidi, bu baris ile ortadan kaldiran Resulullah, bir taraftan Medine için bir tehdit olusturan Heyber'i Yahudilerden temizliyor, öte taraftan, Bizans imparatoru ve Iran sahi da dahil, genis bir alani kaplayan bir tarzda Islâm'a davet mektuplari gönderiyordu. Ayrica, Medine çevresi ve daha uzak yerlerdeki Arap kabilelerini Islâm'a davet ediyor ve onlarla anlasmalar akdediyordu.

Daha sonra, Müslümanlarin Mute mevkiinde kalabalik bir Bizans ordusu ile savasa tutusup, maglub olmadan maslahata uygun olarak geri çekilmeleri, bütün Arap yarimadasinda yankilara sebep olmus ve yarimadanin her yerinden akin akin gelen kabileler Islâm'a girmeye baslamisti.

Hudeybiye Anlasmasi çerçevesinde bir takim kabilelerle anlasmalar yaparak güç kazanmak isteyen Mekkeli müsrikler, anlasmadan sonra, Müslümanlar lehine cereyan eden çok süratli gelismeler karsisinda korkuya kapilmislar ve Hudeybiye anlasmasindaki sartlara mugayir davranislar göstermeye baslamislardi. Ayrica Medineli münafiklarla da gizliden gizliye anlasmalar yaparak, Müslümanlari içten parçalamak isteyen güçlere destek sagiliyorlardi. Ancak, onlarin bu çalismalari hiçbir netice vermemis, zahiren Müslümanlarin tamamen aleyhinde görülen Hudeybiye antlasmasinin Islam lehine verdigi sonuçlar, Mekke'yi Islâm'a boyun egmek zorunda birakmisti.

Bu asamadan sonra yapilmasi gereken sey, bütün Arap yarimadasinin putperestlerden, temizlenmesi ve insanligin geri kalan kismina Islâm'in nurunun ulastirilmasi yolunda, kiyamete kadar sürecek olan cihadin daha genis ve kapsamli bir sekilde sürdürülmesi idi.

Sure, müsriklere karsi mücadelede takip edilecek metodu ve onlarla olan anlasmalarin gelecegi hakkindaki hükümleri ortaya koymaktadir. Surenin bir kismi nazil oldugu zaman, Islâm ordusu Tebük seferi için hazirliklar yapiyordu. Inananlarin bu savas hazirliklarina ve sefere katilmak için var güçleriyle çalismalari istenirken, bunda tereddüt gösterenler siddetli bir sekilde kinanmaktadir. Ayrica, sefere katilmamak için mazeretler ileri süren kimselerin münafikliklari ortaya konuyor ve nefislerine uyarak seferden geri kalan üç Müslümanin samimi tövbeleri dile getiriliyor.

Surenin birinci bölümünü olusturan ayetler, Arap yarimadasindaki putperestlere bir ültimatom niteligi tasimaktadir. Allah Teâlâ, onlara bir mühlet vermekte ve bu zaman zarfinda, Islâm'a girmelerini istemektedir. Aksi halde, hiçbir hukukî güvencelerinin kalmayacagi bildirilmektedir: "Allah'tan ve peygamberinden, kendileriyle anlasma yaptiginiz müsriklere ihtardir. Yeryüzünde dört ay daha dolasabilirsiniz. Allah'i aciz birakamayacaginizi, Allah'in inkarcilari zelil edecegini bilin. Allah'in ve peygamberinin, puta tapanlardan uzak oldugunu büyük hac günü, Allah ve peygamberi insanlara ilan eder. Eger tövbe ederseniz, bu sizin için daha hayirlidir. Yüz çevirirseniz, bilin ki siz Allah'i aciz birakamazsiniz. (Ey Muhammed) inkar edenlere can yakici azabi müjdele" (1-3).

Fetihten sonraki ilk hac için Resulullah (s.a.s) kendisi Mekke'ye gitmemis, Ebû Bekir (r.a)'i hac amiri tayin ederek bir kafile ile birlikte haccetmek için Mekke'ye göndermisti. Bu kafile henüz Mekke'ye ulasmadan, nâzil olan bu ayetlerin, hacda insanlara ilân edilmesini saglamak için Resulullah (s.a.s), Hz. Ali (r.a)'i hemen yola çikarmisti. Hz. Ali (r.a) bu ayetleri, Resulullah (s.a.s)'in istedigi sekilde, Kâbe'de okumustu. Devam eden ayetlerde, kendileriyle anlasma yapilip, bu anlasmalara sadik kalanlara, anlasma süreleri dolana kadar dokunulmamasi istenmekte, bunlarin disinda kalan müsriklerin ise, haram aylar çiktiktan sonra ele geçirildiklerinde öldürülmeleri emredilmekte, ayrica, onlara karsi uygulanacak tebligde takib edilecek metod bildirilmektedir.

Allah Teâlâ, Islâm'i kabul edenlerin, diger Müslümanlarla ayni konuma kavustuklarini bildirdikten sonra, Müslümanlarla yaptiklari anlasmalari bozan topluluklara karsi takinilacak tavri bir hüküm seklinde ortaya koymaktadir: "Eger antlasmalarindan sonra, yeminlerini bozarlar, dininize dil uzatirlarsa, inkarda önde gidenlerle savasin. Onlar için artik and yoktur. Belki vazgeçerler" (12).

Müslümanlara, korkmadan, cesaretle kâfirler toplulugu ile savasmalari gerektigi bildirilerek, ancak böyle davranilirsa, kâfirlerin hor ve zelil kilinacagi gerçegi dile getirilmektedir. Böylece müminlerin kalpleri huzura ve güvene kavusabilecektir: "Onlarla savasin ki Allah sizin elinizle onlari azaplandirsin, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandirsin" (14).

Insanlarin sadece iman ettiklerini söylemeleri, onlarin kurtulusa ermeleri için yeterli degildir. Allah Teâlâ, bu sözlerinde samimi olup olmadiklarini bir imtihan vesilesi kildigi cihat ve Müslümanlarin güvenligini dert edinmekle sinayarak ortaya çikaracagini; "Allah, içinizden cihat edenleri, Allah'tan peygamberinden ve inananlardan baska sirdas edinmeyenleri ortaya çikarmadan sizi kendi halinize terkedecegini mi zannediyorsunuz? Allah islediklerinizden haberdardir" (16) ayetiyle bildirmektedir. Yani müminle, münafigin ayirdedici en belirgin özelligi, Allah yolunda savasmaya karsi takindiklari tavirlaridir.

Inanan insanlar uyarilarak, inanç birligi disindaki baglarin, bir kimseyi dost edinmek için bir gerekçe olamayacagi dile getiriliyor: "Ey inananlar! Babalarinizi, kardeslerinizi -küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onlari kim dost edinirse dogrusu kendine yazik etmis olur" (23).

Daha sonra, Mescid-i Haram'la ilgi temel hükümlerden birisi "Ey inananlar! Dogrusu puta tapanlar pistirler, bu sebeble, bu yildan sonra Mescid-i Haram'a yaklasmasinlar" (28) ayetiyle tesbit edilmektedir. Bu yasaklamayi âlimler, farkli sekillerde yorumlamislardir (bk. el-Kurtubî, el-Cami li Ahkamil-Kur'an, Beyrut 1965, VIII, 103 vd.).

Yahudiler ve Hristiyanlarin sapik akideleri tenkit edilerek, tesri'in sadece Allah'a ait oldugu, bu hakki ondan baskasina tanimanin sirk kosmaktan baska bir sey olmadigi bildirilmektedir. Allah Teâlâ, bu duruma düsen Hristiyanlari misal göstererek Müslümanlarin, Allah'in kanunlarindan baska kanunlara; yasaklama ve serbest birakmalara itibar etmemeleri, aksi halde Allah'tan baskasina ibadet etmis olacaklarini su ayet-i kerime ile ortaya koymaktadir: "Onlar Allah'i birakip hahamlarini, papazlarini ve Meryemoglu Mesih'i rabler edindiler. Oysa tek bir ilahtan baskasina kulluk etmemekle emrolunmuslardi. Ondan baska ilâh yoktur. Allah kostuklari eslerden münezzehtir” (31).

Resulullah (s.a.s), bu ayeti Hristiyan olup, henüz Müslüman olmamis olan Adiy b. Hatem'in yaninda okudugu zaman o, buna itiraz ederek, Hristiyanlarin, papazlara tapinmadiklarini, onlara ibadet etmediklerini söylemisti. Resulullah (s.a.s), Allah Teâlâ'nin emrettiklerine muhalif olarak, papazlarin helâl kilip, yasakladiklarina uymanin, onlari ilâh edinip, onlara tapinmaktan baska bir sey olmadigini söylemisti (Ibn Kesir, Tefsiru'l-Kur'an-i-Azim, Istanbul 1985, IV, 76).

Kâfirler, Allah'in dinini yeryüzünden kaldirmak insanlari ona uymaktan alikoymak için var güçleriyle çalismakta, Islâm aleyhinde iftiralara dayali sayialarla onu tesirsiz hale getirmek istemektedirler. Ancak Allah Teâlâ, kâfirlerin bütün bu gayretlerinin bosa gidecegini, onlar istese de istemese de dinini yeryüzüne yayacagini bildirmektedir: Allah'in nurunu agizlariyla söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktir” (32).

Para biriktirip, onlari Allah yolunda sarfetmekten ve insanlarin istifadesine sunmaktan kaçinan kapitalist zihniyetli tipler, siddetle uyarildiktan sonra, Müslümanlara savas ilân eden kâfirlerle topyekün savasilmasinin gerekliligi bildirilerek, Allah yolunda savasmak, farz halini aldiktan sonra, onlarla savasmaktan geri kalan ve dünya hayatina sarilan kimselerin de bu uyusukluklari karsiliginda can yakici bir azaba müstahak olacaklari gözler önüne serilmektedir: "Ey inananlar! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savasa çikin" dendigi zaman yere çöküp kaldiniz? Ahireti birakip dünya hayatina mi razi oldunuz?” (38).

Pesi sira gelen ayetlerde Allah Teâlâ, dini yüceltmek, Islâm ümmetine yönelen tehlikeleri ortadan kaldirmak için, müminlerin ne sekilde davranmalari gerektigini ve onlarin savas çagrisi karsisinda takindiklari tavirlarini dile getirir. "Allah ve ahiret gününe inananlar mallariyla, canlariyla savasmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler. Allah sakinanlari bilir" (44). Bu ayetler, Tebük seferi esnasinda nâzil olmustur. Bu sefere katilmamak için mazeretler gösterip, geri kalmak isteyenlerin durumlari, münafiklik olarak nitelendirilmektedir: "Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri süpheye düsüp süphelerinde bocalayan kimseler senden izin istedi" (45). Bu ayetler, kiyamete kadar sürecek olan Islâm-küfür savasinda insanlarin bu savasa karsi tutumlariyla degerlendirileceklerini ortaya koymaktadir.

cami8.jpg (28695 Byte)Daha sonra, münafiklarin iki yüzlü davranislari ve onlarin bu davranislarina sebeb olan etkenler teferruatiyla zikredilerek, onlarin bu düsmanca davranislarinin ve komplolarinin Müslümanlara bir zarar veremeyecegi dile getirilirken, inanan insanlara Allah'in takdirine tevekkül etmeleri ögütlenmektedir: "Allah'in bize yazdigindan baskasi basimiza gelmez. O bizim mevlamizdir. Inananlar Allah 'a güvensin” (51).

Pesinden, münafiklarin gizlenmek için yemini kendilerine siper edindikleri zikredilerek, bunlarin aslinda korkak bir zümre olduklarindan bahsedilmektedir. Yine onlarin, zekâtin dagitilmasi hakkindaki itirazlari sözkonusu edilerek, bunun sebebinin Allah'a tevekküllerinin olmayisindan kaynaklandigi bildirilmektedir. Allah Teâlâ, varlikli müminlere ödemekle farz kildigi zekâtin sarfedilecegi yerleri de yine kendisi tesbit etmistir: "Zekâtlar Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düskünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Islâm'a isindirilacaklara verilir; kölelerin, borçlularin, Allah yolunda olanlarin ve yolda kalanlarin ugrunda sarfedilir. Allah bilendir, Hakimdir" (60).

Iki yüzlü insanlarin ve gerçek anlamda iman etmis olanlarin iç dünyalari ve bunun disa yansimalari, aralarindaki kesin farklar belli olsun diye karsilikli olarak gözler önüne serildikten sonra, iki yüzlü erkek ve kadinlarin ayni grubun mensubu olduklari ve bunlarin kötülügü yaymaya, iyiligi de engellemeye çalistiklari haber verilmektedir: "Iki yüzlü erkek ve kadinlar da birbirlerindendir: Kötülügü emreder, iyilige de engel olurlar..." (67).

Bunun tam ziddi olan mümin erkek ve mümin kadinlarin da, birbirlerinin velileri olduklari ve onlarin iyiligi emredip, insanlarin helâk olmasina sebeb olacak fenaliklardan alikoymaya çalistiklari, onlara ait diger bir takim özelliklerle birlikte zikredilmektedir: Mümin erkekler ve mümin kadinlar birbirlerinin velileridir: Iyiligi emreder, kötülükten alikoyarlar; namaz kilarlar, zekât verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. Iste Allah bunlara rahmet edecektir. Allah süphesiz güçlüdür, hakîmdir” (71).

Sure, tekrar tekrar nifak içindeki insanlarin fiilerine temas ederek, bu kötü hallerinin neticesinde içine sürüklendikleri açmazlari ortaya koymakta, onlarin bu davranislarindaki mantik disiliklari vurgulanmaktadir. Allah Teâlâ, iyilik için söz verip, fakat islerine gelmedigi zaman sürekli döneklik yapan ve inananlari aldattiklarini zannederek alay edenler, tehdit ifade eden bir üslûpla söyle seslenmektedir: "Ikiyüzlüler, Allah'in onlarin sirlarini ve gizli toplantilarini bildigini, Allah'in görünmeyenleri bilen oldugunu bilmiyorlar miydi?" (78).

Pesinden, münafiklarin Tebûk seferi hazirliklari esnasinda ve daha sonra bu seferle alâkali ortaya koyduklari tavirlari sergilenerek, onlarin asla bagislanmayacaklari bildirilmektedir: "(Ey Muhammed) Onlarin ister bagislanmasini dile, ister dileme birdir. Onlara yetmis defa bagislanma dilesen Allah onlari bagislamayacaktir" (80).

Bu duruma düsmelerinin sebebi, Müslümanlarla alay edip, bir savasa çikildigi zaman yalan mazeretler uydurup geri kalmalaridir. Buna örnek olarak, surenin son bölümünün inmesine sebep olan Tebûk seferi ile ilgili olaylar gösterilir. Allah Teâlâ, Allah yolunda cihad etmek için can atan, ancak, ellerinde olmayan sebeblerden dolayi geri kalanlar için bir vebalin sözkonusu olmadigini bildirmektedir: "Güçsüzlere, hastalar ve sarfedecek bir seyi bulunmayanlara Allah ve peygamberine bagli kaldiklari müddetçe sorumluluk yoktur" (91).

Allah yolunda savasmaktan kaçinip, münafiklik edenlerin zelil durumlari teferruatli bir sekilde dile getirildikten sonra Allah Teâlâ, kendi yolunda cihat edenlere cenneti vadetmis oldugunu ve bunu daha önce gönderdigi kitaplarinda da bildirdigini; "Alah süphesiz, Allah yolunda savasip, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarini ve mallarini - Tevrat, Incil ve Kur'an 'da söz verilmis bir hak olarak cennete karsilik satin almistir. Verdigi sözü Allah 'tan daha çok tutan kim vardir? Öyleyse yaptiginiz alis-verise sevinin; bu büyük basaridir" (111) ayetiyle gözler önüne sermektedir.

Bedevilerin cehâlet ve anlayissizliklarindan dolayi sapiklikta asiri gittikleri zikredilerek, Tebûk seferinden geri kalan ve samimiyetle suçlarini itiraf edip bagislanmak dileyen Ka'b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rubaî'nin durumlari dile getirilerek, tövbelerinin kabul edilisleri anlatilir. Onlar, Resulullah'a durumlarini itiraf ettiklerinde o, Allah Teâlâ'nin haklarinda hükmünü verinceye kadar beklemelerini söyledi. Bütün Müslümanlar onlarla iliskilerini kesmisti. Hatta hiç kimse, onlara selam vermiyordu. Bu, elli gün devam etmisti. Onlar bu zaman zarfinda çok büyük manevî sikintilar çektiler. Allah Teâlâ, onlarin içinde bulunduklari ruhî sikintilari ve tövbelerindeki samimiyeti su ayet-i kerîme ile ortaya koyarak, onlarin tövbelerini kabul ettigini bildirmektedir: "Bütün genisligine ragmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sikistirip Allah'tan baska siginacak kimse olmadigini anlayan, savastan geri kalmis üç kisinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onlarin tövbesini kabul etmistir..." (118).

Allah Teâlâ, savasa çikildigi zaman geri de, Islâm'i ögrenip, geri dönen mücahideleri uyarmak, onlari egitmek ve yaptiklari islerin suuruna erdirmek için mutlaka bir grubun kalmasi gerektigine isaret etmektedir: "Inananlar toptan savasa çikmamalidir. Her topluluktan bir taifenin dini iyi ögrenmek ve geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmalari gerekli olmaz mi ? Ki, böylece belki yanlis hareketlerden çekinirler" (122).

Pesinden gelen ayette inananlara, yakinlarinda bulunan inkârcilarla savasmalari emredilmektedir. Böylece o kâfirler, müminleri kendilerine karsi çok sert ve çetin bulacaklardir: "Ey inananlar! Yakininizda bulunan inkârcilarla savasin; sizi kendilerine karsi sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karsi gelmekten sakinanlarla beraberdir" (123).

Sure, tekrar münafiklarin hallerine temas ederek, ümmetinin sikintilari ve günahlarindan ötürü cezalandirilmalari endisesinden dolayi üzülen, inanlara sefkatli, merhametli ve onlara düskün bir peygamber olarak vasiflandirilan Hz. Muhammed (s.a.s)'e davetine yüz çeviren topluluklara karsi takinmasi gereken tavir bildirilerek son buluyor. Bu hitap peygamberin sahsinda kiyamete kadar gelecek bütün tebligcileri kapsamaktadir: "(Ey Muhammed!) Eger yüz çevirirlerse, de ki: Allah bana yeter; ondan baska ilâh yoktur, yalniz O'na güveniyorum; O, büyük Ars'in Rabb'idir" (

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder